Tüketim hayatı bakımından reklamların önemi büyüktür. Tüketiciler ürünleri reklamlar ile tanır ve reklamda anlatılanlara güvenir. Yoğun bir rekabet ortamında, işletmeler kendi ürünlerinin satışını daha da arttırmak gayesiyle reklamlara büyük paralar harcarlar. Birçok ülkede yasaklanan bu reklamlar karşısında tüketicilerin konumu da ayrı bir tartışmadır. Genellikle reklamlarda insan psikolojisi üzerinde olumlu etkiler bırakan renkler ve insana huzur veren müzikler ile desteklenen bir tanıtım modeli kullanılmaktadır. Burada amaç reklamlarla mal ve hizmetleri cazip kılarak satışı arttırmaktır. Fakat reklamlar her zaman doğruyu yansıtmayabilir. Gerek bir müzik melodisinde gerekse bir filmin içinde yapılan reklamlarda da haksız rekabet hükümlerine aykırılık söz konusu olabilir. Bu tarz reklamlarda aldatıcılık temel olmakla birlikte tüketiciler tarafından fark edilmemektedir. Tezimizde aldatıcı ve yanıltıcı reklamlar bakımından bir sınırlandırma yapılmış olup bilinçaltı reklamcılığa ilişkin hükümlere değinilmemiştir. Çalışmamızda, reklama ilişkin tanımlar yapılmış olup ülkemizde tarihten bugüne kadar reklamların hukuki boyutu ele alınmış olup, reklamların tüketici üzerinde görünen yönleri ve görünmeyen aldatıcı ve yanıltıcı yönü incelenmiştir. Aldatıcı ve yanıltıcı reklamlara karşı başvurulabilecek; özdenetim, ile idari denetim yolu ve açılabilecek davalar ele alınmıştır. “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun”, “Türk Borçlar Kanununun”, “Türk Ticaret Kanununun”, “Kişisel Verilerin Korunması Kanununun” ve “Sınai Mülkiyet Kanununun” ilgili hükümleri değerlendirilmiştir. Konumuzla ilgili, Yönetmeliklere, Uluslararası Anlaşmalara da değinilmiştir. Yargıtay ve Danıştay kararları ele alınmış örnek bazı dava dosyaları da incelenmiştir.
“Reports are coming in that Elvis Presley, the rock and roll singer, died this evening at his home in Memphis, Tennessee.”
We all looked at each other in disbelief.
“Elvis is dead!”
It didn’t seem quite credible. And yet it wasn’t the kind of shock that followed the news of J.F.K. being cut down. There had been so much speculation about Presley’s mental and physical health that his death was unpleasantly predictable.
It was almost impossible to know what to think. My first impulse was to pick up the phone and call a couple of people. I tried two numbers, but they were both busy. Obviously other people had reacted the same way. It was the kind of news that demanded to be passed on. Elvis had always been there. For more than two decades he’d maintained a unique position in too many people’s lives. Despite all the depressing rumours it scarcely seemed possible that he’d gone, that Elvis Presley was dead at 42.
I guess the only word I can use is numb. Numb, and just very slightly embarrassed at the way I was reacting. It wasn’t the ordinary kind of grief that you feel for a personal friend. There was no voice telling me that I’d never see Elvis Presley again. Jesus Christ, I’d never seen him, ever. I didn’t even regret that I’d never get the chance to see him. The Elvis Presley I’d have given my right arm to watch was the wild hoodlum in the gold jacket who vanished into the US Army and never returned. I’d mourned his passing many years ago.